KUT

 MİLLİYETÇİLİK

 

            Bir milletin değerlerini, çıkarlarını, birliğini ve beraberliğini, bölünmez bütünlüğünü sağlayan temel ilkelerin başında gelir. Aynı dili konuşan, aynı kültürle yoğrulan ve aynı ulusun milli çıkarları için çaba göstermeye milliyetçilik denir. Bir Vatan’ın topraklarında yaşayan bir milletin birbirine kenetlenmesini sağlayan yapı taşıdır.

 

 

NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE…

Mustafa Kemal Atatürk

 

Ulu öder Atatürk milliyetçiliğin en güzel tanımını bu sözüyle yapmıştır. Ne mutlu Türküm diyene… “Milliyetçilik ilkesine göre Türkiye Cumhuriyetinde, Türk Dili ile konuşan, Türk Kültürü ile yetişen, Türk Ulusunun her yönde yükselmesi için çaba gösteren her birey dini ve etnik yapısı ne olursa olsun TÜRKTÜR…”

“Milliyetçilik ilkesi, Türk ulusunun bütün bireylerini, kaderde, kıvançta, tasada ortak bir bütün halinde ulusal bilinç ve ülküler etrafında toplamak inancıdır.

 

Türkiye de bir çok farklı etnik farklılıkları olan gruplar bulunmaktadır. Binlerce yıldan beri de olmuştur. Bu farklı grupların bir arada kardeşçe yaşamaları milliyetçilik duygusuyla sağlanmıştır. Aynı amaca hizmet etmiş ve Türk Ulusunun yükselişi için çalışmışlardır. Türk Milleti çatısında birleşmişlerdir. Milliyetçilik ilkesi bu yüzden önemi büyüktür.

 

Bazı kesimlerde milliyetçiliğin bir ulus için tehlikeli olduğu söylenmektedir. Milliyetçiliğin, o topraklarda yaşayan etnik grupları böldüğünü ve ayrım yaptığını söylemekten vazgeçmezler. Türk, Kürt, Laz, Çerkez, Alevi, Sünni gibi etnik ve mezhep farklılıklarını oluşturarak bir bölünme sağladığı söylenmektedir. Bir devleri bölmenin en kolay yolu etnik yapıların ön plana çıkartmakla mümkündür. Ve milliyetçiliği köreltim karalamanın en kolay yolu bu bölünmeyi milliyetçiliğin getirdiğine inandırmaktır. Bu etnik grupları ve diğer milletleri dışlamak ve yok saymak milliyetçilik değil ırkçılıktır. Kendi ırkı dışındaki diğer ırkları yok etme girişimi faşizmdir. Bunun en büyük örneği Adolf Hitler’dir. Bunları hiçbir şekilde Milliyetçilikle bağdaştırmak mümkün değildir.

 

Hal bu ki bizim milliyetçiliğimiz birleştirici niteliğe sahiptir. Bizimle aynı topraklarda yaşayan ve bizimle aynı hedefe doğru koşan bütün etnik gruplar Türk Milleti çatısı altında birleştirmektedir.

 

“Bize milliyetçi derler. Ama biz öyle milliyetçileriz ki, bizimle iş birliği yapan bütün milletlere hürmet ve riayet ederiz. Onların milliyetlerinin bütün icaplarını tanırız. Bizim milliyetçiliğimiz herhalde hodbince ve mağrurca bir milliyetçilik değildir.”

 

Mustafa Kemal Atatürk

 

“Vatan, bayrak, ezan, namus onlara emanetti… Ölmeden emanete sahip çıkamayacaklarını anlayınca, eve dönmekten vazgeçtiler…”

            Çanakkale cephesinde Vatan topraklarını koruyan sayısız kahramanımızın eve dönmekten vazgeçmeleri, milliyetçilik duygusunun getirdiği fedakârlıktır. Hiç gözlerini kırpmadan ve hiç tereddüt etmeden atılmışlardır cepheye. Akşam olunca karşı cepheden kim daha çok cephane çalacak? Kim daha çok düşman askeri öldürecek? Diye iddiaya girmişlerdir. Ve yine hiç tereddüt etmeden Vatan için kim daha önce şehadete ulaşacak diye bahse girebilmişlerdir. Ölüm onlar için düğün demekti… Kim daha önce ölecek?

            Bu milliyetçilikten başka bir şey değildir. Çanakkale’de farklı etnik kültürlerin bir arada Vatan’ı bu denli omuz omuza müdafaa etmeleri milliyetçiliğin en büyük ve kesin timsalidir.

 

Nitekim Türk Milletinin kurtuluş mücadelesinden muvaffakiyetle çıkmasının en önemli unsuru Milliyetçilik anlayışıdır. Milliyetçilik duygusudur. Türk, Kürt, Laz, Çerkez demeden bir ulusun geleceği için birbirlerine kenetlenmişlerdir. Türk Devletinin yok olmaması ve devamı için bütün etnik gruplar Türk Milleti adı altında bir bütün olarak dimdik bir mücadele vermişlerdir. Ve milletin bağımsızlığı için hiçbir fedakârlıktan kaçınmamışlardır. Kurtuluş savaşı milliyetçiliğin en büyük örneklerinden biridir.

Milliyetçilik, milletini sevmektir. Milliyetçilik Vatanını sevmektir. Milliyetçilik Bayrağını, bağımsızlığını sevmektir. Milliyetçilik kendini ulusuna, Vatanına adamaktır…

 

Türk kültürünü benimseyememiş ve içinde milliyetçilik duygusu olmayanlar, şahsi menfaatleri için, bir milletin yok oluşu pahasına düşmanla iş birliği yapan hainler ihanete kadar alçalmışlardır. Bunların arasında, devlet memurları, gazeteciler, gazete sahipleri, valiler, üst düzey mevkii sahipleri vardı. Bunlar aciz bir şekilde şahsi çıkarları için, devleti düşmanlara teslim edip yapılan zulüm ve işkencelere kayıtsız kalmışlardır. Ve hatta biraz daha ileri giderek işgali ve zulümleri inkâr ederek bu devlete ve millete ihanet etmişlerdir. Bu ihanetin başlıca sebeplerinden biri Milli ruhun, Milli bilincin olmamasıdır.

Milliyetçilik, milli çıkarları şahsi çıkarlardan üstün tutmaktır…

 

Oysa ki milli şuuru üst seviyede olan halkın tutumu, işgale karşı diğerlerinden çok farklı ve tam tersi olmuştur. Milliyetçi halk hiçbir ayrım yapmaksızın, Vatanın bölünmezliğini, bağımsızlığını ve refahını sağlamak için bir çatı altında tek yumrul olmuş ve işgal ordusuna karşı koymuşlardır. Eşsiz teknolojik silahlara sahip olan işgal ordusuna karşı koyma cesareti milliyetçilik duygusundan kaynaklanmaktadır. Milliyetçi duygu sayesinde hiçbir fedakârlıktan kaçınılmamıştır.

Çünkü vatanın bütünlüğü, milletin bağımsızlığı ve refahı her şeyden önce gelir.

Milliyetçilik, milli değerleri ve milli çıkarları her şeyden üstün tutmaktır. Çünkü bir milletin var oluşu ancak ve ancak onun, kültürünün, bağımsızlığının ve milli değerlerinin var oluşuyla sağlanabilir…

 

Tarih Türklerle başlar… Binlerce yıllık Türk tarihinde Türkler daima başı dik ve onurlu yaşamışlardır. Bir çok kez Devletimiz yıkılmış, imparatorluklarımız yıkılmış, fakat yine de kimseye boyun eğmemiş dik durmuşuz. Son dönemlerde Türk tarihine yakışmayan politikalar güdülmekte, hiçbir dönemde görülmemiş peşkeşler çekilip tavizler verilerek Türk Milleti ve Türk tarihi ezdirilmektedir. Türk milleti tarihin hiçbir safhasında bu denli ezilmemiştir. Bunun sebebi Milli ruhun yok oluşu ve milli ruhtan yoksun birinin millet başına getirilmesidir.

 

Göktürkler Çinlilere yenilip Çine esir olduktan sonra Kür Şad bu durumu kabullenemez. Ve bir şeyler yapma gayreti içine düşer. Ve gün gelir bütün hazırlıklarını tamamlar. Ve 40 meçhul kahramanla beraber, geceleri sivil şekilde sokaklarda dolaşan Çin hükümdarını kaçırarak Ötüken’e götürecekler. Bu şekilde Çin hükümdarını kullanarak Türklerin serbest bırakılmasını sağlayacaklar. Fakat öyle bir aksilik ki o gece yoğun bir şekilde yağmur yağar. Ama artık geri dönüşü yoktur. Olayın duyulması ihtimaline karşılık 40 kahraman sayı basmaya karar verirler. Ve sarayı basarlar. Amansız bir dövüş başlar. Türkler o gece bir başkadır. Bir başka dövüşüyorlar. Sanki ölümsüzler. Fakat karınca gibi üreyen Çinliye karşı koymak mümkün olmaz ve sarayı terk ederler. Ahırlara doğru yönelip atlara binerek uzaklaşırlar. Çinliler de arkalarından gider. Rey ırmağına geldiklerinde geçiş bulamazlar ve orada dövüşe devam edilir. 40 yiğit bir bir erimektedir. Ve kalabalık Çin ordusuna karşı koymak mümkün olmaz. Ve Kür Şad’ta orada ölür…

 

Bağımsızlık için isyana kalkışmışlardır. Başarılı olamamış fakat onurlarıyla, bir kahraman gibi ölmüşlerdir.

Tarih boyunca milliyetçilik duygusu Türklerin vazgeçilmezi olmuştur. Yukarıda anlattığım Kür Şad isyanı da buna bir örnektir. Esarete dayanamayan Kahramanların ayaklanmasıdır. Kendi milletinin devamı ve refahı için bir çaba harcamışlar ve bunun sonucunda canlarından olmuşlardır. Fakat onlar için önemi yoktu ne canın ne malın. Kafalarındaki tek düşünce bağımsızlıktı. Ve bağımsızlık için öldüler. Türklerin en büyük ve önemli özelliği Vatan, Millet, Devlet ve Bayrak sevgisidir. Devleti yıkılmış fakat yenisi kurulmuş. Çağ açıp kapatmış. 800 yıllık bir imparatorluğun çöküşünden sadece 4 yıl içerisinde yeni bir devlet kurulmuş. Türkler tarih boyunca bağımsız yaşamışlardır. Bunun sebebi kalplerdeki “Vatan sevgisidir. Millet sevgisidir. Türk Ulusunun yükselmesi için çalışan herkes TÜRK’tür”anlayışıdır…

 

Milliyetçilik Bağımsızlıktır… Bağımsızlık Bizim Karakterimizdir…

 

 

 

İlhan Özgür

15.06.2007-16.06.2007

 

LALE

Osmanlı'da laleye bunca gönül bağlanışının sebebi,
'lale' kelimesinin yazılışıyla 'Allah' yazılışında aynı harflerin kullanılmış olmasıdır.
'Allah', 'hilal' ve 'lale' kelimelerinin aynı harflerle yazılması ve ebced hesabıyla aynı değeri taşıması,
laleyi insanların gözünde Allah kelimesini temsil eder hale getirmiş,
maddi ve manevi değerini yükseltmiştir.
Hatta, bu harflerin hiçbirinde nokta kullanılmadığından,
ünlü lâlezârîlerin lekeli laleleri makbul saymadıkları rivayet edilmiştir.

Yine lafza-i celal olan ALLAH ismi şerifinin ebced isminin değeri,66'dır.
Hilal ve lale'nin kelimelerininde değeri 66'dır.
Bu kelimelerin değeride 66'dır.
Onun için islamı temsil eden,
camiilere ve minarelere alem olan,
Devletlerin bayraklarına koydukları Hilal aslında Allah ismi şerifine rumuz olmakta,
İsmi celale hürmeten onun yerine mecazen, hilal konulmaktadır.

 

kültür yozlaşması

 

 

 

İnsanların kendi kültürlerini hiçe sayarak başka kültürlerden etkilenme durumu.eğer önlem alınmazsa yavaş yavaş bizim başımıza gelecek olay.

Kültürlerin birbirinden etkilenmesiyle sınırlı kalmayan,başka kültürlerin diğer kültürlerin içine adeta girmesi,bir çok dalda yüzlerce eser verdirmesi daha sonra da öz kültürü silip kendi kültürünü yerleştirme aşamalarıdır,dünyanın eninde sonunda ereceği nihayettir.Sadece milletler arası meydana gelen bir vuku değildir,herhangi bir alanın başka bir alana kaymasıyla da oluşabilir.atıyorum club müzik kültürünün özgün müzik kültürüne etkisi ve bu durumda özgün müzik kültürünü değiştirip kendi özünü onun içinde yansıtması şeklinde de olabilir(kaba bir örnek olarak).

Tarihin başlangıcından bu yana toplumlar yerleşik hayata geçme çabası içerisine girmişler,fakat gerek doğa koşulları gerekse diğer toplumların "benim toprağıma girme" şeklinde uyarıları ile göçebe yaşamdan kopamamışlardır.bu süre zarfında gittikleri her yere kendi kültürlerini de götürmüşler,hatta götürmekle kalmamış bunu etrafa da aşılamışlardır.

Zaman geçtikçe toplumlar göçebe yaşamdan yerleşik hayata geçmişler.Bununla birlekte "millet","ırk" gibi kavramlar oluşmuş,kültür denilen unsur ana hatlarını çizmeye başlamıştır.yozlaşmanın ilk başladığı an bu zamanlardır.Yozlaşma ilk başlarda sadece alış-veriş şeklinde bir ticaret havasındadır."bizim elmamız bitti sizden biraz alalım","siz bize ipek verin biz de size et verelim" şeklindeki ticaretler kültürlerin zamanla sapıtmasıyla olaya dem vurmuştur.Çinliler çok iyi ipek yaparken yaptıkları ipek kumaşlara kendi amblemlerini,kendi çinli hatun motiflerini işlemişler,bunu da bir güzel diğer toplumlara pazarlamışlardır.bunun sonucunda pazarlar bir kültür yumağı halini almıştır.önceden pazar yerlerinde sadece Türklere özgü kumaşlar satılır iken artık çinlilerin kumaşları da baş göstermeye başlamış,fiyat denilen kavram kendini belli etmiş,sonuç olarak başka toplumların özellikleri insan hayatının içine girmeye başlamıştır.Hatta öyle bir an gelmiştir ki artık hammadde sağlayamayan toplumlar kendini besleyebilmek için başka toplumlara muhtaç duymuş,bu da ilk sömürgecilik kavramını ortaya çıkarmıştır.

Başlarda sadece tarımda kendini gösteren yozlaşma zamanla diğer dallarda da kendisini göstermeye başlamıştır.Bunun sonucu olarak da ithalat-ihracat kavramları önem kazanmıştır.İhracat denilen kavram önem kazanmıştır çünkü artık milletler kendi kültürlerini kendi ürünlerine aktarma ihtiyacı gütmüştür.bunun nedeni de dünyayı sosyolojik bakımdan etkileyebilmek hatta ve hatta bu sayede toprak bakımından elde edilemeyen sömürgeciliğin,maddesel boyutta elde edilmesini sağlamaktır.İthalat önem kazanmıştır çünkü halk artık kendi kabuğundan çıkmak,her zaman iyinin peşinde olmak istemiştir.Bunun yanı sıra ithalatla elde edilen ürünleri taklit ederek değiştirmek,ona kendi etiketini basarak ihracat yapmak da ithalatı önemli kılmıştır.

Buraya kadar belirtmek istediğim aslında yozlaşmanın başlama sürecinin ticaret ile paralel gittiğidir.Zaman içinde tarih sahnemize baktığımızda şunu görürüz ki ticareti en iyi şekilde işleyen,bu konuda denge stratejisini(ithalat,ihracat) en iyi şekilde yürüten toplumlar kültür bakımından da bir o kadar büyük bir coğrafyaya yayılmışlardır.Bu zaman içerisinde bir çin ipeği ingiltere topraklarında en çok aranan kumaş konumuna geliyorsa bu çinin izlediği başarılı strateji sayesinde olmuştur,kültürünü başka kıtalara nakletmedeki ticareti sonucundadır.Bu durumda peki kültür geçişini yapan unsur nedir?kültür geçişini yapan unsur ticaret yollarıdır.Bu dönemde milletlerin politikalarına bakılacak olunursa birinci sırada iyi bir sömürge bulmak bu başarılmadığı takdirde ikinci sırada iyi bir ticaret yoluna sahip olmaktır.Fakat zamanla ticaret yollarının sürekli el değiştirmesi milletlerin canını sıkmaya başlamıştır.bir süre sonra teknolojinin ilk tohumlarını atmasıyla coğrafi keşifler boy göstermiş,sonuç olarak ticaret yollarını önemini kaybetmiştir.Yarış daha da bir kızışmıştır kısacası.Önceden tek bir atış yapabilirlen artık birden fazla atış yapılabilecek hatta ve hatta bir kareye en fazla atışı yapan toplumlar ipi göğüsleyecektir.

Coğrafi keşifler ve ticaret yollarının paylaşılması sürecinde "başarı sağlayan toplumlar" ile birlikte "başarısız olan toplumlar"da olacaktır.Bu da dünya haritasında gelişmiş uygarlık,gelişmemiş uygarlık şeklinde iki ayrı kavramı gösterecektir.Aynı zamanda ilk kopma süreci de burada başlar.Çünkü artık gelişen toplumlar gelişen toplumlarla ticaret içine girecek,gelişmeyen toplumları ise sömürge kurmak amacıyla fethetme politikasını izleyecektir.

Tarih sahnesinde önümüze gelen tabloda görürüz ki doğu bu kültür aşılama sürecini batıya nazaran daha iyi göstermiş,kendini bir kademe daha üst planda belirtmiştir.doğunun bu durumu haçlı seferlerine yol açmış,kültür yozlaşması bir kez daha kendini göstermiştir.O zamanda adeta aç olan avrupa doğunun kültürüne kendini denize atılan balta misali atmıştır.bu durum karşısında dona kalan doğu bir süre sonra çok kayıplar vermiş,elinde bulundurduğu avantajı batıya kaptırmıştır.Haçlı seferleri bu durumdan önemlidir çünkü bu seferler doğu ile batının eşitliğinin sağlandığı belki de yozlaşmanın taraf değiştirdiği bölümdür.bu seferler ile doğunun zenginliği,bir çok alanda edindiği birikimleri,geçmişten aldığı kültür mirası batıya geçmiş bunun sonucunda da batı ilerleme çağına girmiştir.Batının bu gelişme süreci doğuyu kendi içinde arayışlara itmiş,bu da doğunun ayrı bir kültür meydana getirmesiyle son bulmuştur.batı ise her daim gelişmelere açık olmuş,reform ve rönesans hareketleriyle kan tazelemiştir.

yakın geçmişe dönecek olursak kültürün teknolojik gelişimlerle daha geniş bir alana yayıldığını görebiliriz. Bu  da nihayetinde toplumların teknoloji sürecinde öz kabuklarından sıyrılıp yeninin peşine düşmesine neden olmuştur.Bu süreçte teknoloji bir nevi kültürü besleyen atardamar kıvamındadır,değişimi sağlayan formüldür.Teknoloji sayesinde yozlaşma sürecide kolaylaşmıştır.Değişimin hızlı olduğu alanda yozlaşma da kolay olmaktadır nitekim.He peki teknoloji bu süreçte yozlaştıran etmen midir diye sorarsanız tam olarak hayır derim,ama yozlaşmayı tetikleyen en önemli etkenlerdir biridir diyebilirim.

 

E-MAİL

 Bir işsiz, Microsoft'un "Temizlikçi Aranıyor" başlıklı iş ilanı üzerine  başvuruda bulunur. Personel şefi kısa bir görüşmeden sonra, yer temizleme sınavını takiben şöyle der:

- İşe kabul edildin, bana e-mail adresini bırak, sana işe başlama tarihini ve getirmen gereken evrakları bildireceğiz.

Adam boynu bükük bir şekilde bilgisayarının ve tabii ki e-mail adresinin olmadığını söyler. Personel şefi, bu durumda kendisini yaşayan biri olarak kabul edemeyeceğini ve yaşamayan birisini de işe almasının mümkün olmadığını dile getirir.

Adam ne yapacağını bilemez ve kırgın bir şekilde, cebinde sadece 10 Dolar ile dışarı çıkar. Halden 10 kg domates almaya karar verir. Kapı kapı dolaşarak domatesleri satar ve sermayesini iki katına çıkarır. Bu işi üç kere daha yapar ve sermayesini 160 Dolar'a yükseltir. Artık bu şekilde yaşamını devam ettirebileceğine kanaat getirir.

Her sabah evinden biraz daha erken çıkar ve daha geç döner. Her gün parasını katlamakla meşguldür. Kısa bir zaman sonra bir el arabası satın alır, daha sonra bunu bir kamyonla değiştirir. Bir süre sonra bir sevkiyat filosunun sahibidir artık. 5 yıl sonra adam ABD'nin en büyük gıda distribütörü olmuştur. Artık ailesini ve geleceğini düşünme gereğini duyar ve bir hayat sigorta poliçesi için başvuruda bulunur. Görüşmenin sonunda sigortacı teklifini göndermek üzere e-mail adresini ister. Adam e-mail adresinin olmadığını söyleyince sigortacı şöyle der:

- Çok tuhaf, e-mail adresiniz olmadan bir imparatorluk kurmuşsunuz, hele bir de e-mailiniz olsaydı kim bilir ne olurdunuz?

Adam biraz düşünür ve şöyle yanıt verir: "Microsoft'da Temizlikçi..."

 

 ARKADAŞLIK 

Kötü karakterli bir genç varmış. Bir gün babası ona çivilerle dolu bir torba vermiş. " arkadaşların ile tartışıp kavga ettiğin zaman her sefer bu tahta perdeye bir çivi çak" demiş. Genç, birinci (ilk) günde tahta perdeye 37 çivi çakmış. Sonraki haftalarda kendi kendine kontrol etmeye çalışmış ve geçen her gün daha az çivi çakmış.
Nihayet bir gün gelmiş ki hiç çivi çakmamış. Babasına gidip söylemiş. Babası onu yeniden tahta perdenin önüne götürmüş. Gence "bugünden başlayarak tartışmayıp kavga etmediğin her gün için tahta perdelerden bir çivi çıkar sök" demiş.
Günler geçmiş. Bir gün gelmiş ki her çivi çıkarılmış. Babası ona "aferin iyi davrandın ama bu tahta perdeye dikkatli bak. artık çok delik var. Artık geçmişteki gibi güzel olmayacak" demiş.
Arkadaşlarla tartışıp kavga edildiği zaman kötü kelimeler söylenilir. Her kötü kelime bir yara (delik) bırakır. Arkadaşına bin defa kendisini affettiğini söyleyebilirsin ama bu delik aynen kalacak (kapanmayacak).
Bir arkadaş ender bir mücevher gibidir. Seni güldürür, yüreklendirir sen ihtiyaç duyduğunda yardımcı olur, seni dinler sana yüreğini açar" demiş...

ŞAHİN GÖKMEN

10/BİL

HİÇ KİMSE GEÇMİŞİNİ UNUTMASIN

Atalarımız bazı doğruları vecizeleştirip bizlere hediye etmişlerdir. Bunlardan biri de malumunuz: "Aslını inkar eden haramzâdedir." sözüdür. Bugün sizlere, bir aslını inkar etmeme olayı arz edeceğim.

Ola ki, siz de ibretle okuya, hayretle düşüne ve aslınızı unutmama konusunda düşüncenizi perçinlemiş bulunasınız.
* * * * * * *
Efendim, on sekizinci asrın başlarında İstanbul'dayız. Avcı Mehmet diye bilinen Sultan Mehmed'in annesi Turhan Sultan, İstanbul'da bir gezintiye çıkar. Bir ara bugünkü Unkapanı Köprüsü'nün Galata'ya varan ucundaki Azap Kapı'ya da uğrar. Oradan Galata tarafına geçmek isterken Sokullu Mehmet Paşa Camii'nin bulunduğu yerde bir kızcağızın oturmuş, gözyaşı döktüğünü görür. Yaklaşır, bakar ki, çocuğun önünde kırılmış bir testi var.

Şefkatle seslenir:

- Yavrucuğum niçin ağlıyorsun, boşuna gözyaşı dökme. Kırılan testi olsun. Sil gözünün yaşını. İşte sana testinin parası. Hemen yenisini al.

Kızcağız yaşlı gözlerini silerek baktığı Turhan Sultan'a titrek sesle cevap vermeye çalışır:

- Ben der, testi kırıldığı için ağlamıyorum. Sabahtan beri iplik gibi akan su başında bekleyip de doldurduğum testinin suyunu hizmetçilik ettiğim eve götüremeyecek kadar beceriksizlik gösterdiğim için ağlıyorum.

Turhan Sultan bu cevaptan çok memnun olur. Orada kızcağızın kim olduğunu soruşturur. Ana-babadan yetim bir öksüz olduğunu, hayırsever bir ailenin yanında karın tokluğuna hizmetçilik ettiğini öğrenir. Hemen gidip kızcağızı aileden ister, saray terbiyesine alır.

Fevkalade bir öğrenim kabiliyetine sahip olan öksüz kızcağız, kısa zamanda inkişaf eder, her konuda sarayda örnek bir hanım haline gelir. Öylesine itibar kazanır ki, onu hayırseverin evinden alıp saraya getiren Turhan Sultan, padişah hanımı olmaya bile layık görür ve nitekim Sultan Mustafa (II) ile evlendirir. Böylece Saliha Hanım, Saliha Sultan unvanını alır, Hanım Sultan olur.

Aradan geçen zaman içinde dünyaya getirdiği oğlu Mehmet (I)'in de padişah olması sebebiyle bu defa da Saliha Sultan'lıktan yükselir Valide Sultan olur.

Ne var ki, Saliha Sultan, Valide Sultan'lığa terfi ettiği halde geçmişini asla unutmaz. Öksüzlüğünü, hizmetçiliğini, hatta kırdığı testinin başında ağlarken elinden tutulup da böylesine eşsiz bir mevkiye çıkışını, hep düşünür.

Bir gün çevresiyle birlikte testisini kırdığı, başında gözyaşı dökerken elinden tutulup da saraya getirildiği yere gider. Sessizce yine gözyaşı dökmeye başlar. Meraklananlar sebebini sorarlar. O da geçmişteki olayı onlara açık seçik anlattıktan sonra emrini verir:

- Testimin kırıldığı bu yere öyle bir çeşme yapılsın ki, asırlar geçsin; ama çeşmenin suyu bitmesin, sanatı gözden düşmesin. Testisini kıran kızlar bir daha dolduramam diye gözyaşı dökmesin. Su bol aksın.

- Sonra ne mi olur? Öylesine bir sanat eseri büyük çeşme yapılır ki, aradan asırlar geçer, çeşme halen sanatındaki eşsizliği korumakta, çevreye de su hizmeti vermektedir.

Unkapanı Köprüsü'nün Karaköy başında Sokullu Mehmet Paşa Camii'nin yanındaki çeşmeyi bugün olanca ihtişamıyla görmeniz mümkündür.

Demek Saliha Sultan geçmişini unutmamış. Valide Sultan'lığa terfi etmesine rağmen hizmetçilik ettiği günleri mukayesesiyle yaşamıştır. Bu yüzden yaptırdığı çeşmesiyle, ben burada testi kıran bir hizmetçi kızdım demek istemiş, kendinden sonra gelenlere örneklik etmiştir.

Evet, siz de unutmayın geçmişinizi, yokluk, sıkıntı ve ıstırap dolu günlerinizi ve şu anda sahip olduğunuz imkanlarınızla yapmanız icap eden hizmetlerinizi...

Bilmem bir şey anlatmış oldum mu?

 

 

Gazi'nin ağaç ve orman sevgisi

           Atatürk'ün ağaç sevgisi de sonsuz, adeta bir aşk denecek kadar engindi.

Yaverlerinden Hasan Rıza Soyak, Orman Çiftliği'nde şimdi Hayvanat Bahçesi'nin bulunduğu kavaklı yolda giderken, birden arabayı durdurup iğde ağacı aradığını anlatır.

Ama kimse bu ağacı hatırlamaz. Çiftlikteki ıslahat ve inşaat sırasında kesildiği anlaşılan iğde ağacı, Atatürk'ü çok hüzünlendirir ve ihtarlarda bulunur. Çünkü Atatürk, o yeşilliğin hasretini bütün İstiklal Harbi süresince Anadolu'da çekmiştir.

1929 ilkbaharında vazo içinde kendisine sunulan badem çiçeğini görünce "Bahar gelmiş, ne güzel, fakat bu çiçekler meyve vermeden solacak, ne yazık" demiştir.

Atatürk, Balgat civarındaki Söğütözü mevkiini çok severdi. Küçük bir suyun aktığı bu yerde (O'nun deyimi ile) bir koliba (kulübe) ve bir çardak yaptırılmaya başlandı. Ancak kulübenin yapılacağı yerde bulunan 20-30 adet söğüt ağacının kesilmesi gerekiyordu. Atatürk buna razı değildi.

Bu fidanların, inşaat alanının yakınlarına nakledilmesine bizzat kendisi nezaret etmiştir. Bu olayı da Hasan Rıza Soyak ayrıntılı şekilde anlatmıştır.

Çankaya'da yaverlik binasının tevsii sırasında kesilmesi zorunluluğu ile karşılaşılan bir ağaç için Atatürk'ün çok üzüldüğünü ve "Yazık, çok yazık..Bu iş, ağaca dokunmadan yapılamaz mıydı, sanki? Bana söyleseydiniz çaresini bulurdum..." dediğini gene Soyak anlatıyor.

Atatürk, 1934 yılında Kızılcahamam'a uğramış, çok beğendiği Soğuksu mevkiinde Temmuz ayının bir tam gününü geçirerek dinlenmiş, halkı huzuruna davet ve kabul ederek onlarla uzun uzun sohbet etmiştir. Bu ziyaretin anısı, o yerdeki kitabede yazılıdır.

Bu gezide sahip olduğu küçük bir orman sahasını, 3116 Sayılı Kanun'un amir hükümlerini de nazara alarak Kızılcahamam Belediyesi'ne hediye etmiştir.

Atatürk'ün yeşil ve orman hakkındaki şu sözlerini de hatırlatalım:

"Ormansız bir yurt vatan değildir."

"Yeşil görmeyen gözler, renk zevkinden mahrumdur."

Orman Çiftliği'nin kuruluşu sırasında, şimdi Marmara Oteli'nin bulunduğu tepede, çevresindekilere şu emri veriyordu:

"Burasını, öyle ağaçlandırınız ki kör bir insan ahi yeşillikler arasında olduğunu fark etsin."

Afet İnan, Hatıralar ve Belgeler adlı kitabında şunları da belirtiyor:

"Mustafa Kemal, bir sahil çocuğu olduğu için denizi çok severdi. Fakat son hastalık günlerinde hasret çektiği yer, bir çam ormanlığı olmuştur.

'Bana memleketimizin ormanlık güzel yerlerinden tanıdıklarını anlat... Arzum, yeşillik ve ağaçlık ve de yaz kış yeşil duran ağaçlar arasında olmaktır' diyen sesi hala kulaklarımda akisler yapıyor."

Atatürk, Orman Çiftliği'nin sadece tarlalarından istifade etmeyi hedef tutmamış aynı zamanda Ankara'yı ağaçlandırma işine buradan başlamıştır.

Kendi adını taşıyan Atatürk Bulvarı'na çam fidanları dikildiği vakit pek sevinmişti. "Bunlar tutarsa, Ankara'nın yaz kış yeşil duracak bir tabiatzenginliğiolacak" demiş ve bu çamları Ankara'nın yeni devrinin bir sembolü gibi telakki etmişti.

ŞAHİN GÖKMEN

10/BİL

 

 

Tayfur URGENÇ
Tarih Öğretmeni





Millet milli hakimiyet esasını ve Türk Milliyetçiğini kabül etmiştir. Bunu gerçekleştirmeye çalışacaktır.
M.Kemal ATATÜRK

Bu alanda akan Türk kanları, bu gökyüzünde uçuşan şehit ruhları devlet ve cumhuriyetimizin ebedi kurucularıdır.
Kemal ATATÜRK


Ey Türk! titre ve kendine dön.
Bilge Kağan

Üstte mavi gök çökmedikçe, altta yağız yer yıkılmadıkça senin ilini ve töreni kim bozabilir.
Bilge Kağan
 
Siteyi Ziyaret Eden Kişi Sayısı 18861 ziyaretçi (78522 klik)
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol